7 Mart 2009 Cumartesi

Süleyman DOĞAN

1964, Ortaköy (Aksaray) doğumlu gazeteci-yazar Süleyman Doğan, 1988’de Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. 1995 yılında İngiltere, Birmingham U.Politic Science And International Study Böl. (Politika ve Uluslararası İlişkiler) Master Programına katıldı. 1999 yılında, “Adaletli Devlet Başkanlarının Ortaöğretim Öğrencileri Üzerinde Milli İftihar Hissinin Şekillenmesi” konulu Felsefe Teorisi ve Tarihi dalında yaptığı çalışmasıyla Felsefe doktoru unvanı aldı. Süleyman Doğan, halen günlük bir gazetede haftada bir “Ekosohbet” köşesinin editörü ve yazarı olup, diğer yandan inceleme ve araştırmaları; aylık olarak çeşitli aylık dergilerde ve bazı internet sitelerinde yayınlanmaktadır. Halen Ortadoğu Gazetesinde yazarlık yapmaktadır.


BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP)


Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada Osmanlı'nın misyonunu yürütecek kalıcı barışı ve huzuru sağlayacak bir güç görünmüyor! Bu nedenle Türkiye tarihten gelen bölgesel sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır.


Osmanlı Devleti Batılı güçler tarafından çeşitli oyunlarla Ortadoğu'dan zorla çıkartıldıktan sonra Balkanlar'da olduğu gibi bugün Afrika dahil Arabistan bölgesi sulh ve huzura hasret kalmıştır. Osmanlı Devleti tarihe malolmuş bir devlet. Onu tekrar saltanat olarak getirmek mümkün değil, öyle bir istekte bulunan da yok. Ancak onun devamı durumundaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı'nın misyonuna sahip çıkmak zorundadır. Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada Osmanlı'nın misyonunu yürütecek kalıcı barışı ve huzuru sağlayacak bir güç görünmüyor! Bu nedenle Türkiye tarihten gelen bölgesel sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır. İsrail'in Ortadoğu'da yaptığı vahşeti görmemezlikten gelemez. Bugün Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında oynanmak istenen oyunun nihai hedefi; İsrail'in bölgeye hakim olmasına dayanmaktadır.
Büyük Ortadoğu, Avrasya'nın kalbidir ve büyük ölçüde Müslümanlardan oluşmaktadır. Sovyetler döneminde Ortadoğu komünist tehdit altındaydı. Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu'nun sorumluluğunu, yani rant paylaşımını büyük oranda Alman-Fransız ortaklı Avrupa devletleri üstlendi. Bu durumdan Amerika ciddi rahatsız oldu. Baştan beri Amerika'nın terörü bahane göstermesi bir masaldı. Bunu Bush'ın resmi danışmanları alenen bir bir açıkladılar. ABD, yapısal gücü geriledikçe, ilişkisel gücünü artırmaya çalışıyor. Yapısal güç, uluslararası kurumlar aracılığıyla kullanılan güçtür.
Ortadoğu diye üretilen sahte kavram coğrafi değil, siyasidir. Yüz yıl kadar önce ünlü jeopolitikçi Mahan tarafından ‘Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi' tanımlamak için kullanılmıştı. Büyük Ortadoğu ise üç kadîm kıtanın ortası: Kuzey Afrika, ‘küçük' Ortadoğu, Güney Asya, Türkistan (Orta Asya) ve Kafkasya'yı içine alan büyükçe bir alandır. Bu alan dünyanın şahdamarıdır. Kadim tarihte savaşlar buradan çıkmış, dünyaya buradan nizam verilmiştir. ABD ve benzeri ülkelerin ekonomik aktörlerinin işine yarıyorsa, ABD'nin bu yolla kazandığı güç yapısaldır. İlişkisel güç ise, ikili ilişkiler çerçevesinde doğrudan kullanılan güçtür. Yapısal güç kâr kaynağıdır, ilişkisel güç haraç kaynağı! (M. Özel, Anlayış Dergisi)
Ortadoğu'da İngilizlerin yerine Amerika!

Kasım 2003'te Washington'daki Nixon Center tarafından yayımlanan: “Amerika, Rusya ve Büyük Ortadoğu” başlığında ki raporda; dünya petrol rezervlerinin üçte ikisi Basra Körfezi'nde bulunuyor (674 milyar varil); doğal gaz rezervinin ise yüzde 35'i (1,9 trilyon küp). 2002 yılında Basra Körfezi günde ortalama 22 milyon varil petrol çıkarmış, dünya üretiminin yüzde 32'si, ABD üretiminin ise neredeyse üç misli. Körfez'in petrol üretiminin 2015'te günde 29 milyon varile, 2025'te ise 41 milyon varile yükseleceği tahmin ediliyor. Buna Türkistan (Orta Asya) petrol ve doğal gazını ilave ettiğimizde, ABD'nin asıl niyetini anlamak mümkündür. I.Dünya Savaşı'nda İngilizler bölge için neye niyet etmişse bugün aynısı İngilizlerle ortaklaşa Amerika yapmaktadır. Dolaysıyla şu anda dünya da 1914 dönemi yaşanmaktadır. Dünyada ikinci sanayi devrimi arefesindedir. Dünya ikinci sanayi devremi sonucunda şekillenecektir. Bu şekillenme büyük oranda Ortadoğu merkezli olacaktır.

ABD'nin son 25 yıldaki askerî müdahalelerinin ağırlık merkezi Ortadoğu olmuştur. 1979 İran rehine kurtarma operasyonu, 1982 Lübnan konuşlanması, 1986 Libya bombalaması, 1987-88 Basra Körfez'inde tanker eskortlukları, 1990 Körfez savaşı, 1992 Somali çıkarması... 1979-94 arası onbeş yıldaki 12 önemli müdahalenin yedisi Ortadoğu'ya yöneliktir.. Ancak ABD'de yukarıda saydığım tüm Ortadoğu operasyonlarında mağlup olmuştur. Uzun vadede yine mağlup olacaktır. Bunun ilk işaretleri Irak'da mevcuttur.

ABD'nin Ortadoğu'daki çıkarları özetle şunlardır; “İsrail'in güvenliği ve Ortadoğu barış sürecinin tamamlanması. Petrole ulaşım. Hasım bir bölgesel gücün ortaya çıkmasını engellemek. Kitle imha silahlarının yaygınlaşmasını önlemek. Enerji güvenliği, karşı devrim ve büyük güç olmayı önlemektir...” ABD'nin aslında hedefindeki ülke hiç şüphesiz Türkiye'dir. Şimdilik ABD, Türkiye'yi bölgedeki hegemonyası için kullanmaktır. ABD hem bölgesel hem de küresel iktidarın ortaya çıkmaması için, bu bölgeyi etkin askerî denetim altına almak istemektedir.

Güçlü olan haklı, ancak!...

Amerika'nın 19.yüzyılın sonlarında başlayan dünyaya çeki düzen verme hareketi içinde bulunduğumuz yüzyılda tüm hızıyla devam ediyor. ABD'nin dünyaya yeniden şekillendirme hareketinin başarısız olacağına inanlardanım. Çünkü Amerika dünyaya sözüm ona çeki düzen verirken, insan hakları ve hukuk tanımıyor. ‘Ben yaptım oldu' mantığıyla hareket ediyor. Her türlü meşru ve gayrı meşru imkanları kullanıyor. ABD'nin devlet olarak kısa tarihinde vurgun, soygun ve gasplarla dolu. Bush'ların gizli tarihini yazan Adam Ironhouse, Bush'ların şirketlerin menfaat için yapmayacağı şey olmadığını belgelerle ortaya koyuyor. Eski harplerde ölenlerin büyük bir ekseriyeti askerlerden olurken günümüzde askerlerden çok siviller ölüyor ve zarar görüyor. Bu da geniş ve sessiz kitlelerin mahşeri vicdanında kin ve nefrete neden oluyor. Bu kin ve nefret uzun vadede fiili mukavemete dönüşüyor.

Bugün Amerika Irak'ta güç gösterinde bulunuyor. Bu gösteriye yaparken, insan hakları, hukuk, temel ve hak ve hürriyetler ayaklar altına alınıyor. Geniş bir İslam coğrafyasında istediği gibi at oynatan ABD işgal ettiği ülkelerde ekonomik ve siyasi olmak üzere iki yoldan ilerliyor. ABD'nin haksız ve hukuksuz işgal ve saldırılarına karşı kimseye bir şey demiyor. Bugün Irak, İran, Kuzey Kore veya Pakistan'a, niçin nükleer veya kimyevî silah geliştirdikleri sorulabilir, fakat ABD, İsrail, Rusya veya Fransa'ya sorulamaz. Yani güçlü olan hakkı görülüyor.

Bütün bu haksızlıklara karşı ne aydınlarımızda gür bir ses çıkmıyor. Aydın, örgütlü toplum kesimlerine karşı, örgütsüz kalabalığın vicdanıdır. Ünlü bilim ve fikir adamımız Prof. Dr. Mümtaz Turhan, 46 yıl önce şöyle diyordu: ‘Milletler arasında kültür ve medeniyet farklarını doğuran, onların halk tabakaları değil, münevver zümreleridir. Hakikatte, Türk halkıyla diğer medenî milletlerin halk tabakaları arasında bilgi bakımından büyük bir farkın bulunmamasına mukabil, Türk münevverleriyle (bazı istisnalara rağmen) Garp münevverleri arasında uçurumlar kadar derin farklar vardır. Binaenaleyh Türkiye'nin geri kalışının sebebi, halkının cehaleti değil, münevverlerinin gerek keyfiyet, gerek kemiyet bakımından kifayetsiz oluşudur. Garp memleketlerinde münevverler, halkın sahip olduğu millî karakter vasıflarını terketmek şöyle dursun, onları en mükemmel bir şekilde geliştirilmiş olarak kazanırlar. Onun için ona her sahada liderlik edecek vaziyettedirler. Bunun neticesi olarak halkın münevvere itimadı tamdır. Bir Fransız muharririn müşahedesine göre, Birinci Dünya Savaşında İngiliz askerleri iyi terbiye görmüş, yüksek tabakaya mensup bir subay verilmedikçe hücuma geçmekten çekinirlermiş.'

Felsefe ve Yahudiler!
Mümtaz Turhan bunu yıllar önce tespit etmiş seçkin bilim adamlarımızdandı: ‘Bizde tahsil sistemi, bilgi diye verdiği bazı malûmat kırıntılarına mukabil en bariz millî karakter vasıflarını tahrip eder: Verimsiz de olsa halk çalışkandır, münevver tembelliği öğrenir; halk şayanı hayret derecede bedenî mukavemete sahiptir, münevver daha tahsili esnasında yumuşar, sonraları mukavemetini büsbütün kaybeder. Halk kanaatkâr, ağırbaşlı, vakur ve hürmetkârdır. Münevver açgözlü, lâübali, şarlatan, ya saygısız veya dalkavuk olur. Halk umumiyetle dindar ve manevî kıymetlere hâlâ bağlıdır; münevver ise ne dindar ne de dinsiz fakat çok iptidaî, dar ve çok fena tarzda materyalist olmuştur. Bu mukayeseyi daima münevverin büyük bir ekseriyetinin aleyhinde olmak üzere, istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.' (Garplılaşmanın Neresindeyiz, İstanbul: Yağmur, 1967 [1958], s. 86.)

Bugün için dünyada mevcut bütün ekonomik ve felsefi doktrinler Yahudiler'in icadıdır. Marksizm, Liberalizm, Kapitalizm, Hümanizm vs.. dünya aydınları arasında münferit ve kavram kargaşası yaratmak üzere Yahudiler tarafından ortaya atılmıştır. Yahudiler bir taraftan felsefe ve psikoloji yoluyla toplumun değer yargılarını alt-üst ederken, diğer yandan sosyoloji yoluyla kendilerini hakim kılmak için dünyayı aldatmasını bilmişlerdir. Dünyada ortaya çıkan fiziki icatlarında büyük kısmında Yahudi kökenli ilim adamların ismini görmek mümkündür. Bunların hiçbiri bir tesadüf değildir. Yahudiler yüzyıllardan beri gelen yayılmacı ve tek hakim olmak hedefine kilitlenmişlerdir. Hedefe ulaşmak için de her şey mubahtır. Geçmişte her yerde esarette bulunan ve idarelere ortak edilmeyen Yahudiler, bu fikir akımları sayesinde idarelere ortak olmasını bilmişlerdir. Bugün dünya maliyesine hakim unsur Yahudilerdir. İsrail, öncelikle Ortadoğu'da hakim bir güç olmaya çalışmakta, başlangıçta Nil'den Fırat'a kadar olan bölgeyi ele geçirmeyi hedeflemektedir. Türkiye'nin bunu görmesi ve ona göre tedbir alması gerekir. Gerisi laf-ı güzaftır.
Evet Amerika Irak dahil dünya üzerinde büyük bir güç gösterisi peşinde. Ancak unutulmamalıdır ki hiç kimse kimsesiz değildir. Kimsesiz gibi görünenlerin bir kimsesi vardır. Hiçbir şey yapamıyorsak kimsesizlerin kimsesine dua edelim. Ama çalışmaya elden bırakmadan. Şair Rûşenî'nin tasvir ettiği çok hoş bir beyit hatimlendirelim.

‘Kimsesiz hiç kimse yok her kimsenin var kimsesi,

Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi'