12 Mart 2009 Perşembe

Cemal ANADOL

1933 yılında İstanbul’da doğdu. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler mezunu olan Anadol, yazı hayatına 1948 yılında başladı. Son Telgraf, Gece Postası, Hakikat, Tan, Akşam, Sabah, Tercüman, Türkiye, Zaman gazetelerinde; muhabirlik, sekreterlik, şeflik ve müdürlük yapmış, yazıları yayınlanmıştır. Sosyo-ekonomik, sosyo politik, sosyo-kültürel, Türk tarihi ile ilgili bir çok eseri vardır. Eserlerinin pek çoğu üniversitelerde yardımcı ders kitapları olarak okutulmaktadır. Çok yönlü bir insan olan Anadol, Uluslararası Atletizm Hakemliği, Milli Basketbol Hakemliği ve Voleybol Hakemliği gibi pek çok spor dalı ile de alakalıdır.


İNSAN HAKLARI VE İSLAM


10 Aralık 1948 yılında yürürlüğe giren “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin yıldönümüdür.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, Birleşmiş Milletler Teşkilatının kabul edip, ilan etmiş olduğu bu beyanname, dünya üzerinde insanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetini ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının temeli olması esasına dayanıyordu.
İnsanlık alemi 20.yüzyılı tamamlarken; insan haklarının tanınmaması ve hor görülmesinin, insan vicdanını isyana sevk eden vahşiliklere sebep olmuş bulunmasına, dehşetten ve yoksulluktan kurtulmuş insanların içinde söz ve inanma hürriyetlerine sahip olacakları bir dünyanın kurulmasını en yüksek amaç olarak ilan etmiş bulunmalarına göre, bu beyannamelerin kaleme alınması, artık kaçınılmaz olmuştu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi insanların keyfi idare ve baskılara karşı son çare olarak, ayaklanmaya mecbur kalmamaları için haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasını sağlamak üzere hazırlanılmıştı.
Üye devletler, bu Antlaşma ile insan şahsiyetinin haysiyet ve değerlerine, sosyal ilerlemeyi kolaylaştırma ve daha geniş hürriyetler içersinde, daha iyi hayat şartları kurmak üzere, insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyaca gerçekten saygı gösterilmesinin teminine söz vermiş oluyorlardı.
İnsan Hakları Beyannamesi insanlığın çağımızda, dünya ölçüsündeki kültür mirasına beklide en büyük katkısıdır.İnsan Hakları Beyannamesinin bir bakıma, insanlığın İkinci Dünya Savaşındaki akıl almaz vahşetine karşı isyan olduğu söylenilebilir.
Tarih, milletlerin birbirine karşı yaptıkları işkence, zulüm ve katliamlarla doludur. Haçlı vahşetleri, Engizisyon mezalimleri, Katin Ormanında, Cezayir'de, Kıbrıs'ta, Anadolu'da dünyanın dört bir bucağında zaman zaman ortaya çıkarılan toplu mezarları Saint Barthelmi, Kıbrıs, Bulgaristan katliamları insanın insana zulmünün ibret verici sahneleridir. Fakat, ne kadar hazin ve acı bir tecellidir ki, bu zulüm, işkence ve katliamlardan en çok zarar gören İslamiyet ve Türkler olmuştur.
Peygamberimiz Aleyhisselam'ın savaşlara girdiği bir gerçektir. Ancak, bu savaşlar bazı hükümdarlarınki gibi vahşice değildi. O'nun savaşları yalnız Allah'a eş koşanların zararlarını önlemek içindi. O yüce elçinin hedefi Arabistan'ı birleştirmek ve her şeyin yaratıcısı olan Allah'a ibadet etmeyi öğretmekti. Yüce İslam Peygamberi, kendilerinden olmayanlara karşıda, hoşgörü ile davranılmasını tavsiye ve emretmiştir. İslamiyet bütün dünyaya işte bu yüksek duygularla yayılmıştır.
İslamiyet'te insan yaratılanların en şerefli varlığıdır. Onun da en şereflisi, kainatın efendisi Allah'ın yüce Resulü sevgili Peygamberimiz (sav) dir. İslamiyet şefkat, merhamet ve yardımlaşma dinidir. İslamiyet insanların can, mal, ırz, namus, hürriyet ve şereflerini, her türlü tecavüzlerden uzak kalmasını emretmişti. İşkence gelişmemiş kimselerin, sapık zihniyetlerini başkalarına kabul ettirmek için kullandıkları vahşi hareketlerdir. Tıp dilinde işkence, sadist ruhların eseridir.
Bugün bütün dünyadaki insanlara hitap eden İslamiyet insanlar arasında barışın kurulmasına büyük önem vermiş bütün insanları barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını emretmiştir.