7 Mart 2009 Cumartesi

Ömer Alparslan AKSU

1944 yılında Kırıkkale’de doğdu. 1961-1962 yılları arasında Ankara’da Kara Harbokulu’nda okudu. 1967 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesin’nden mezun oldu. Çimse-İş Sendikası Genel Merkezinde Eğitim ve Araştırma Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatında Uzmanlık yaptı. 1972 yılında iktisat Doktoru ünvanını aldı. 2001-2003 Yılları arasında ABD Virginia Eyaletindeki George Mason Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde çalışmış olan Aksu, halen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir.

TÜRK MİLLETİ : TARİHİ GÖREVİNİN BAŞINA


Müslüman Türk milleti, coğrafyaları kontrol eden bu Anadolu coğrafyasında tekrar ayağa kalkacak ve daha önceki ecdatları Selçuklu ve Osmanlı gibi hak, adalet ve hoş görüyü esas alan yeni bir Türk-İslam Medeniyetini oluşturacak düşünceye ve güce sahiptir.


Dünyamız bugün büyük bir kaosu yaşamaktadır. Her gün televizyonlarda kan ve göz yaşı var. Batı Medeniyeti, özellikle 20. yüz yılın barbarlığının sergilendiği insanlık dramından kendini hala çekip çıkaramamıştır.
21. yüzyılda insanlığın geliştirdiği bunca insani ortak değerlere rağmen hala barbarlık devam etmektedir. Bu barbarlık özellikle bugün İslam coğrafyasında kendini göstermektedir. Oysa bir zamanlar, dünyanın bir daha uzun süre göremeyeceği nizam, huzur, hak, adalet ve hoşgörü üzerine kurulmuş, Büyük Selçuklu ve onun mirasını taşıyan Osmanlı Türk devletlerinin oluşturduğu bu büyük coğrafyada huzur ve istikrar vardı. Bu dönem her ırktan, her dinden, her mezhepten insanların huzur içinde yaşadığı bir dönemdi. Dünya Medeniyetinin hafızasında Batı ile Doğu arasında köprü kuran soylu kültürün temsil ettiği bu mutlu dönem, elan şükranla yad edilmektedir. Oysa 19. ve 20. yüz yılda Avrupa ırkçı ve emperyalist yüzünü ve gücünü bu bölgeye taşıdı.
Avrupalı güçlerin husumeti ve çeşitli entrikaları sonucu yıkılan sadece Osmanlı Türk devleti değildi. Yıkılan dünya nizamı yani hak, hukuk ve hoş görü idi. Dünya nizamının bozulması idi. Bu nizam bir bozulmaya görsün. Kaldı ki Emperyalist Avrupa, nihayet basit hırslarını yenemeyerek ikinci kez bu sefer de kendi içinde hesaplaşmaya gitti, kendi kanını da akıttı.Osmanlı yıkıldı gitti ama dünya'ya öğrettiği Nizam, Adalet , Hak ve Hoşgörü gibi kavramları da beraberinde götürdü. Çünkü Osmanlı'nın bıraktığı topraklarda, o günden bu yana kan ve göz yaşı hiç bir zaman eksik olmadı. İşte bugün hala devam eden kaos, kan ve göz yaşı. Bugün Balkanlar, Kafkaslar ve özellikle de Ortadoğu, Osmanlı'yı, rahmetle anar hale geldi.
Dün Osmanlı devletini, önce gayri Müslimleri kışkırtarak ve daha sonra da Müslümanları kışkırtarak yıktırtanlar, bugün nerede ve hangi konumdalar. Yine oyuna gelerek Osmanlı'nın yıkılmasına yardım edenler de, sorarım size yine nerede ve hangi durumdalar? Bu soruya verilecek cevap, bugün de yine aynı şekilde Türkiye üzerinde oynanmak istenen oyunun da cevabı olacaktır. Zira tarih hep tekerrür etmektedir.
Bu sebeple dünyayı, yine kan, göz yaşı ve kaosla yönetmeye çalışanlara dur diyecek, insanlığı basit amaçlarınız için bu kadar hırpalamaya, istismar etmeye hakkınız yoktur diyecek asil,hak, adalet ve hoşgörülü insan, topluluk ve devletlere ihtiyaç var. Dünyamız, günümüzde hala oluk gibi akan kan ve göz yaşının durması için, Selçuklu ve Osmanlı gibi bir model ülkeye ihtiyaç duyuyor ve bunun eksikliğini yaşıyor. Bu eksikliğini de onun mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinden bekliyor.
Osmanlı'nın yıkılmasında dış dinamikler kadar iç dinamiklerin de etkisini görmekte yarar var. Çünkü Osmanlı, son dönemlerinde Avrupa'nın malum oyunlarını göremeyen, yabancı temsilciliğine soyunan sözde Aydınlar ve sözde devlet adamı tipleri yüzünden tasfiye edildiği de bir gerçektir. Esasen I. Dünya Savaşının hedefi, konusu Osmanlı idi. Bir yandan bunu göremeyen Osmanlı yönetimi, son dönemdeki bütün iyi niyetli çabalarına rağmen daha önceden girdiği “Risk-Kontrol” sarmalı sonucu kendini çöküntüden kurtaramadı.

Zaten öte yandan da, her ne pahasına olursa olsun Osmanlı'nın kaybedecek cephede yer alması planlamıştı. Nitekim Avrupalılar, bu planlarını da Sevr ile noktalamak istediler. O güne kadar kesintisiz gelen Türk devletinin devamlılığı kopar gibi oldu. Fakat bu istilacılara karşı ayaklanan Kuvayı Milliye hareketi ve önderi Atatürk gibi bir milli kahraman, tarihten silinmek istenen bu aziz milleti, Türkiye Cumhuriyeti olarak tarih sahnesine yeniden sürme becerisini gösterdi. Bugün Türkiye Cumhuriyeti her şeye rağmen bölgesinin en güçlü ve hatırı sayılır bir ülkesidir. Ancak ne var ki, iyi yönetilemeyen Türkiye Cumhuriyeti de maalesef aynen Osmanlı gibi benzer bir tehlike ile yani “Risk- Kontrol “ sarmalı ile karşı karşıya ve aynı akıbete doğru sürüklenmekte olduğu intibaını uyandırmaktadır. Bunu fırsat bilenler yani dünü yönetenler, Atatürk ve Kuvayı-Milliye ile uğradıkları mağlubiyetin rövanşını alma ve bugünü de yönetmek gibi bir heves içinde gözükmektedirler.
Ancak bilinmelidir ki, geçmiş ve ondan alınacak ders, hem Türkiye'ye düşmanca yaklaşanlara hem de içimizdeki yabancı temsilciliğine soyunanlara yetecek kadar caydırıcı ve uyarıcı özelliklere sahiptir. Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti bütün bu oyunları bozacak, caydırıcı ve büyümesine devam edecek potansiyele ve güce sahiptir. Zira Türkiye Cumhuriyeti bir yandan NATO ve diğer yandan da Avrupa Birliği süreci içerisinde her iki birliğin vazgeçilmez bir üyesidir.
Bu gücünü tarihinden alan Müslüman Türk milleti, coğrafyaları kontrol eden bu Anadolu coğrafyasında tekrar ayağa kalkacak ve daha önceki ecdatları Selçuklu ve Osmanlı gibi hak, adalet ve hoş görüyü esas alan yeni bir Türk-İslam Medeniyetini oluşturacak düşünceye ve güce sahiptir. Bunu daha cumhuriyetin başlangıcında böyle bir imanı taşıyan Gazi Mustafa Kemal 10. Yıl Nutkun da bakın ne güzel ifade ediyor.“
Hiç kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygarlık yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Bugün bu oluşum hem ülke içinde hem de dost çevre ülkeler de hissedilmeye ve düşünülmeye başlamıştır. Müjdeler olsun ki, gözü olana gün ışımıştır.