4 Mart 2009 Çarşamba

İbrahim KARAGÜL

1969’da Trabzon’da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Karagül, şu an Yeni Şafak Gazetesi’nde yazar olarak görev yapmaktadır.

DİNİ VE SİYASİ MEŞRUİYET KRİZİ

21. yüzyıl dinlerin yüzyılı olacak. Barışta, savaşta, uluslararası ilişkilerde, yeni siyasi örgütlenmelerde, bölgesel ve küresel ittifaklarda dinlerin öncü rol oynayacağı bir gerçek. Dinleri siyasetten, ekonomiden ve kültürden uzak tutmaya çalışan 20. yüzyılın aksine, ideolojilerin hükmünü kaybettiği yeni dönemde dini temsilin ve sembollerin ön sıraya çıkacağı, yeni siyaset ve toplum modellerinin şekillendireceği, ulusal sınırların ötesinde medeniyet eksenli birlikteliklerin temelinin atılacağı belirtiliyor. Samuel Huntington bu beklentiyi “uygarlıklar çatışması”na kapı aralanması olarak görse de, seküler dünyanın insanlığa yaşattığı korkunç acılardan sonra, dinlerin yeniden sahneye çıkışının insanlık için yeni bir barış fırsatı oluşturabileceği, aksi takdirde, Soğuk Savaş dönemindeki ürkütücü tablodan, ardından gelen on yıllık kaostan çok daha acı tabloların ortaya çıkacağı belirtiliyor.
İslam dünyasında giderek güç kazanan yeniden İslamlaşma sürecinin öncelikle bu coğrafyaya huzur ve barış getirmesi beklentisi hakim. Hristiyan ve Yahudilerin aksine derin bir bölünmüşlüğü yaşayan İslam dünyasının geleceği ancak yeniden dinin merkeze alınmasıyla kurtarılabilir. Dini ve siyasi meşruiyet krizi, bu coğrafyayı bir ganimet haline getirdi. Osmanlı siyasal otoritesinin çöküşünden bu yana, küresel aktörlerin sömürge savaşına sahne olan, yüz yıldır ayağa kalkmasına müsaade edilmeyen Müslüman coğrafya için, 21. yüzyıl için de benzer bir senaryo öngörülüyor. Bu senaryo, daha fazla etnik bölünmeyi, daha fazla mezhep krizlerini, daha fazla toprak savaşlarının esas alıyor.
Balkanlar'dan Mezopotamya'ya, Kafkaslar'dan Kuzey Afrika'ya uzanan geniş Osmanlı coğrafyası önümüzdeki on yıllar için küresel politikaların ağırlık merkezini oluşturacak. İşgallerin, sıcak çatışmaların, köklü dönüşüm projelerinin, yeni harita taslaklarının, etnik ve mezhep krizlerinin, sınır ve kaynak savaşlarının hüküm sürdüğü, özgürlük arayışlarının kontrol edilemez hale geldiği bölgeyi, önlem alınamazsa, kötü bir gelecek bekliyor. Anglo-Amerikan cephenin, tek kutuplu dünya sistemi arzusuyla küresel hegemonya arayışının önüne çıkan her güce şiddetle karşı çıktığı, buna rağmen özellikle Irak işgalinden sonra yeni bloklaşma eğilimlerinin güç kazandığı bir dönemdeyiz. Avrupa Birliği yeni süper güç olma yolunda radikal adımlar atarken Rusya, Çin ve Hindistan'ın merkezinde yer aldığı yeni bölgesel oluşumlar şekilleniyor. ABD'nin Latin Amerika, İslam coğrafyası ve Asya-Pasifik'teki güç ve yayılma denemelerinin bu yeni süreci durdurma ihtimali çok zor görünüyor.
Peki İslam coğrafyasını nasıl bir gelecek bekliyor? 21. yüzyıla dönük küresel sistem inşasında Müslüman dünya bir güç olarak varlık gösterebilecek mi? Ya da İslam dünyası bu engelleri aşıp küresel iktidardan pay alacak veya kendini temsil ehliyetine kavuşacak bir siyasal güç olabilecek mi? ABD'nin işgaller ve “Büyük Ortadoğu Projesi”yle, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliği ve Doğu Akdeniz Ortaklığı projesiyle dize getirmeye çalıştığı Müslümanlar, hesapları bozabilecek mi? İslam, Batı istemese de gücünü ortaya koyabilecek, kendi coğrafyasına huzur getirebilecek mi? Bunun tek yolu Batı müdahalesini devre dışı bırakıp asgari birliktelikler tesis etmektir. Afganistan ve Irak örneklerinin önümüzdeki dönemde başka bölgelerde de ortaya çıkacağı bir gerçek. Öyleyse bu coğrafyanın kurtuluşu kendi ellerinde görmekten başka hiçbir seçeneği yok.
Ulus üstü birliklerin güç kazandığı, ulusal sınırların anlamsızlaştığı dünyada, Müslüman ülkeler yeni temsil mekanizmaları geliştirmek, yeni ortaklıklar tesis etmek, ortak kültür ve ortak tarih üzerinden yeni bir varoluşu denemek zorunda. Bugün İslam coğrafyasında yaşanan acıların tek sebebi yıllardır sosyalist ya da milliyetçi çözüm örnekleriyle oyalanmaktır. Artık bu siyasal söylemlerin hiçbir anlamı kalmadı.
Tek çözüm var: Hem dini hem de siyasi temsil mekanizmaların bir an önce tesis edilmesi, dünya Müslümanları arasında siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ortak kanaatlerin güçlendirilmesi, dinlerin güç kazandığı bu dönemde İslam kardeşliği merkeze alınarak çözümler ve birliktelikler üretilmesi. Aksi takdirde bizler için 20. yüzyıl aynen tekrarlanacak, bir yüzyıl daha kaybedeceğiz.