13 Mart 2009 Cuma

Ekrem KIZILTAŞ

1958 yılında Ordu’da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olan Kızıltaş, 1976’dan itibaren Milli Türk Talebe Birliği bünyesinde yayınlanan Çatı isimli onbeş günlük gazetede yayın yönetmenliği yaptı. 1981-82 yılları arasında Hikmet Neşriyat’ta Yayın Müdürü olarak görev aldı. 1984 yılında Milli Gazete’de kısa bir süre İstihbarat Şefliği yaptı. Sonradan aynı gazetede Yayın Danışmanlığı yapmaya başlayan Ekrem Kızıltaş, TV5’de hafta içi 5 gün, Gün Dönümü isimli programın hazırlayıcılığını ve sunuculuğunu yapmaktadır.

İSLAM BİRLİĞİ ÜZERİNE...

Hemen her zaman ‘birlik', ‘beraberlik' çağrılarının yapıldığı ve ama buluşulacak adres vermede ciddi sıkıntıların yaşandığı bir ülkenin vatandaşlarıyız. Birlik ve beraberliğimizin sağlanacağı zemin, özellikle bu günlerde, Avrupa Birliği yönüne doğru ve kendimize ait bir çok şeyi yok kabul ederek yürümek mi; ABD'nin doymak bilmez iştihasının bölgemiz ülkeleri üzerine oynadığı oyunlara, ses çıkarmamaya çalışarak, katlanmak mı yoksa içinde bulunduğumuz durumu iyice bir okuyup, çıkış yapabileceğimiz bir nokta aramak mı?.. Mesele bu.

Açıkça şunu sormak gerek: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şu 0anda içinde bulunduğu hal, bütün esaslarıyla arzulanan, istenen bir hal olup, burada yani statükoda mı birleşilecek; yoksa bu durumun pek te hoş olmadığı, buradan bir şekilde kurtulmamız gerektiği; bunun için beraberce bir şeyler yapılması lazım geldiği hususu üzerinde mi?..
Osmanlı bakiyesi toprakların ve bunun dışında kalan İslam ve Türk aleminin hemen tümünde acınılacak bir durum hakimdir bugün. Bağımsızmış gibi gözüken bir sürü ülke var ortada ama rejimleri her nasıl olursa olsun, geneli itibariyle kendi ayakları üzerinde durabilen ve kararlarını kendisi alabilen ülke yok.
Emperyalizm çeşitli kanallardan amansız saldırılarını sürdürmekte ve tarih kitaplarında okuduğumuz tarzlar zaman zaman kullanılsa da bazen akıl durduracak yollarla hakimiyet kavgaları yaşanmaktadır. Direkt işgal yerine zihniyet işgali ile işe başlanmakta ve bir ülkenin önde gelenleri, yöneticileri kendi halkından çok birtakım niyetler peşinde koşan emperyalistlere daha yakın durabilmektedir.
Bütün bu gelişmelerin İslam ülkeleri açısından, nelerin olmayacağını anlama süreci olarak görülmesi belki mümkün. Ya da ‘bir musibet bin nasihatten yeğdir' sözünün tecellilerini yaşamamız gerekiyor da diyebiliriz. Ama zaman hızla geçmekte ve milletlerin hayatında da çok önemli onyıllar, müsrifane bir şekilde heba edilmektedir.
Temel zıtlıkların hakkaniyet/adalet esasına göre halledilebileceği ve küreselleşmenin eşit/adil bir beraberlik doğuracağı tezleri en azından şimdilik değişik emperyalist amaçların kamuflajı için kullanılmaktadır. Mensubu bulunduğumuz alem, aklını ciddi bir şekilde başına toplamak ve şu ana kadar yapılan yanlışlardan bir şekilde dönüp, kendini bulmak noktasında kritik bir zaman dilimi yaşamaktadır.
Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlar genel olarak bizim ezilmemiz yönünde fonksiyon icra etmekte ve hemen her aleyhimizde gelişmede, bir sonraki gelişmenin mutlaka adil olacağı/ olması gerektiği yönünde fikirler beyan edilmektedir. Oysa durum açık seçik ortadadır. Dünya sistemi, İslam aleminin bütün savunma mekanizmalarını, sureta haktan görünerek, yoketmeye ve bütün bu camiayı tamamen pasifize etmeye yönelmiştir ve ‘içimizdeki beyinsizler' yüzünden de bizim alemimiz, gelişmeleri okumakta ve bunları boşa çıkaracak tavırlar geliştirmekte başarısız olmaktadır.
Türkiye ve bütün İslam-Türk aleminin silkinmesi, aklını başına toplaması ve emperyalizmin niyetlerini boşa çıkarma için gayrete gelmesi halinde, kısa sürede bizim, bölgemizin, İslam-Türk aleminin ve bütün dünyanın daha yaşanabilir hale gelebilmesi mümkündür. Çünkü ancak bizler, insanların dilleri, dinleri, kültürleri, hayat tarzları ne olursa olsun barış içerisinde birarada yaşayabilmesini sağlayabiliriz. En yakın misalimiz, 6 asır boyunca tebaasını bütün farklılıklarına rağmen birarada, huzur ve istikrar içinde yaşatmayı başaran Osmanlı Devletidir.

Batı alemine baktığımızda farklılıkların birarada barış içinde yaşayabildiği dönemlerin yok denecek kadar az olduğunu görürüz. Kendi içinde bile barışı, huzuru ve istikrarı temin edememiş bir medeniyetin, kökten düşman olduğu ve amansız bir korku duyduğu İslam Alemine hükümran olduğunda, adil olabileceğini zannetmek en azından saflıktır. Batının doymak bilmez iştihasının dünyayı götüreceği yer, bundan önceki dönemlerde olduğu gibi ve tabii ki ondan daha da kötü bir kaostur.
İslam alemi, gelişmeleri sağlıklı bir şekilde okumak, değerlendirmek ve hiç vakit geçirmeden gerekli tedbirleri almak durumundadır. Dünyanın yaşanabilir bir hale gelmesi açısından da böyle bir çaba, temel şarttır. Çünkü batının, emperyalizmin niyeti, barış içerisinde birarada yaşamak değil, baskı ve hegemonyaları altında onların istediği gibi yaşanmasıdır. Bütün gelişmeler bunu doğrulamaktadır.
Çare dertlerimizin bir olduğunun ve devasının da ancak birleşmekten geçtiğinin farkına varabilmektedir ve bu yapılmadan geçen her gün, kayıp hanemize yazılmaktadır. Ve birleşmek, zannedildiği kadar zor değildir.