4 Mart 2009 Çarşamba

Hüseyin ÖZTÜRK

1959 yılında Ankara’da doğdu. Kişisel gelişim uzmanı olan Öztürk, Vakit Gazetesi’nde Gazeteci-Yazar olarak görev yapmaktadır.


TARİHİNİ BİLMEYENLERİN COĞRAFYASINIBAŞKALARI ÇİZER
Dünya coğrafyasına baktığımızda insanoğlunun yaşadığı her yerde bir problem olduğunu görüyoruz. Güçlü olanlarla olmayanların soğuk ve sıcak savaşı sürüp gidiyor. Bütün savaşların temelinde “sınırsız bir şekilde daha güçlü olma hırsı” yatmaktadır. Daha güçlü olanlar, güçlerini kullanabildikleri sürece ayakta kalacaklarına inanırlar çünkü.
Ayakta kalabilen devletler ise ezmek istedikleri devletlerin, toplulukların tarihlerini yok eder ve toplumları kendi tarihlerinden soğuturlar. Daha doğrusu tarihlerinden nefret ettirirler. Başta ABD olmak üzere, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek isteyen devletlerin stratejilerine bakarsanız bunu çok rahat görebilirsiniz.
Türkiye'nin ve sınırlarımız dışındaki Türk devletlerinin, Ortadoğu ve diğer Müslüman coğrafyalarda yaşayan halkların bugünkü halini şöyle hızla gözden geçirecek olursak, izlediğimiz filmden hiç birimiz memnun olmayacaktır. Peki bu kötü film, Müslümanların kaderi midir? Yüce Yaratıcı biz Müslümanlara böyle bir kader mi yazmıştır.
Asla ve haşa ve kat'a.
Yüce Yaratıcı; “Bağışlayan ve esirgeyen” sıfatıyla, “Rahman ve Rahim olan” sıfatıyla “inanan” ve “inanmayan” bütün insanlığa karşı adil davranmıştır.
Türk dünyası ve diğer Müslüman ülkeler, başta yöneticileri ve teb'aları, eğer bu adaletten nasibini alamamışsa, nasibini çoğaltamamışsa, Allah yolunda bu nasibi iyi değerlendirememişse, Yüce yaratıcının adaleti tecelli etmiş demektir. Ve kimseyi suçlamaya hakkımız yok demektir.
Müslüman coğrafyalarda tahakkümlerini sürdürmek isteyen, bizleri; “ekonomik, siyasi ve kültürel” baskılar altına alanlar kadar, acaba Müslümanlar “birlik olma” bakımından neler yaptı? İşte sadece bu sorunun cevabını bulabildiğimizde, küçük bir silkinme ile kendimize geleceğimizden, birbirimizi tanıyabileceğimizden, birbirimizi anlayabileceğimizden en ufak bir şüphemiz olmamalı. En büyük eksiğimiz, Müslüman coğrafyalarda yaşayan insanları bölmek ve parçalamak isteyenlere karşı, en ufak bir alternatif üretemememiz, fikir birliğini oluşturamamamız, kardeşlik müessesesini ayakta tutamamamız değil midir? Bu yüzden olmadık işleri başımıza gelmiyor mu?
Türk dünyası ve Ortadoğu'da yaşayan Müslümanların arasında, ne kültürel, ne siyasi, ne ekonomik ne de sosyal bakımdan öyle aşılmaz farklar yoktur. Müslüman kimliğini taşıyan herkes bilir ki; “kıblemiz bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir ve inandığımız Allah bir.”


Peki “problem” nerede?

İşte bu sorunun cevabını verdiğimizde, mesele hallolmuş olur ama, kimse bu sorunun cevabını verebilmek için parmağını bile oynatmıyor. Bu “birler” bizleri bir araya getirmek için, bir kuvvet yapmak için, oturup anlaşmamız için, kaynaşmamız için ve dünya insanlığına “insanca” bir görüş sunmamız için yeterli sebepler değil midir? Her Müslüman ülke, her Müslüman topluluk ve fert fert, her Müslüman, öncelikle kendisine, sonra yanındakilere, sonra evine, sonra mahallesine, sonra yaşadığı şehre, İslam'ın ön gördüğü mesajı doğru aktarabilse, böylesine bölük pörçük yaşamamız mümkün mü?
Müslüman coğrafyanın kaybettiği ve diğer ülkelerin; “kültürel, ekonomik, siyasi ve sosyal” baskıları altında ezilmesinin en önemli sebeplerinden biri de tarihimizi bilmememiz ve unutmamızdır. Tarihini bilmeyenlerin coğrafyasını başkaları çizer. smanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine, yani çöküş dönemine kısaca baktığımızda görürüz ki, devleti idare edenlerin, geçmişlerine sahip çıkmaması ve tarihteki tecrübelerden faydalanmaması neticesinde olmuştur.
Bugün, Ortadoğu ülkeleri hala yüzyıldır, İngiliz ajan Lawrens'in ektiği tohumların yüzünden Türkiye'ye ve Türk dünyasına soğuk bakmakta ve kendilerini parçalamak isteyen diğer ülkelerle iş birliği yapmaktadır.
Oysa bu durum ne kadar acıdır.
Hangi devlet adamı, hangi aklı selim bir insan. “Kıblesi bir, Kitabı bir, Peygamberi bir, Allah'ı bir,” olma inancından saparak, diğer sapkın insanlardan gelecek her türlü tehlikeye karşı onlarla birlikte olmak isteyebilir.
Bugün bu halde değil miyiz? Birbirimizi bırakıp diğerleriyle birlikte olmak için yarış halinde değil miyiz? Tamam, yarış halinde olalım, ama onların kültürleri altında, onların siyasi ve ekonomik baskıları altında inleyerek değil. Kendi varlığımızı hissettirerek ve kabul ettirerek, yani kavgada da barışta da, güçlerimizin aynı olması gerekmez mi?
Müslüman kimliğini taşıyan herkes, her topluluk, her ülke, kendi geçmişini doğru okumak, tarihini doğru okumak ve dininin istediği kardeşlik müessesesini yaşamak zorundadır. Birlik ve beraberlik olmadığı müddetçe, tarihini, geçmişini ve İslam dinin insanlığa verdiği mesajı anlamadığımız ve anlatamadığımız müddetçe, birlik ve beraberlik görüntüsü sergilememiz mümkün değildir.
Başta Türkiye olmak üzere, fert fert, aynı kulvarda yürüyerek, Müslüman kimliği taşıyan bütün halklarla kardeş olma bilincinin farkına varmalıyız ve “unuttuğumuz, görmezlikten geldiğimiz, insanı insan yapan değerlerin gölgesinde, dünya insanlığının açlığını çektiği huzur ve güven ortamını sağlamak zorundayız.
Allah; akıl noksanlarından ve bütün gücü bittikten sonra esir düşen insanlardan hesap sormayacak. Biz Türk dünyası ve İslam dünyası olarak ne aklımız eksik, ne de bütün gücünü kaybetmiş esirleriz. Birleşmek, dayanışmak, kaynaşmak, tanışmak ve birbirimizi anlama ihtiyacımız her zamankinden daha fazla olmalıdır. En gelişmiş ülkelerden, en fakir ülkelere kadar, dünyanın her yerinde ezilen milyonlarca insan bizden bunu beklemektedir.

Ve Müslümanlar, “ilahi mesajın” insanlığa sunmak istediği; “insanca yaşamayı” üstlenmiş topluluklardır. Sadece bu vazifemizi “yapmamak” bile hüsran içinde yüzmemiz için yeterlidir. Müslümanlar; “yıkan” değil, “yapan” olmak zorundadır. Çünkü Allah'a verilen sözlerimizin bütününde; “yapmak” vardır, “yapıcı” olmak vardır, “birleştirici ve bütünleyici” olmak vardır