4 Mart 2009 Çarşamba

İsmail MÜFTÜOĞLU

1939 yılında Trabzon’da doğdu. Çapa Yüksek Öğretmenlik ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenim görmüş olan Müftüoğlu, Vakit Gazetesi ve Milli Gazete’de köşe yazarlığı yaptı. 1973 yılında Sakarya Milletvekili olan, 1975-1977 yılları arasında Adalet Bakanlığı yaptı. Kıbrıs Barış Harekatından sonra, Cenevre Uluslararası Toplantıları’nda TBMM adına Siyasi Müşaid olarak katılan Müftüoğlu, “Aydınlar Konuşuyor”, ”Makedonya Hatırası”, “Sistemler” adlı eserlerin de yazarıdır.

İSLAM BİRLİĞİ'NE DOĞRU


İslam birliği meselesinin izahına girmeden önce, tüm Müslümanların bir nevi Anayasası olan Kur'an'ı Kerim'e bakmamız gerekmektedir. Nitekim, Allah:
“ Allah'a ve elçisine itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider...” (Enfal, 46) buyurmaktadır.

Tüm Müslümanlar ve onların oluşturduğu devletlerin bu emr-i ilahiye uymaları mecburidir. Bu emre uymamak veya uymamak için irade izhar etmek son derece tehlikelidir.

fak ve ittihadı emreden Mevla emrine rağmen, ihtilaf, tarihte olduğu gibi, halen de mevcut ülkelerin, medeniyetlerin yok oluşuna sebep olabilir. Tarihte, birçok kavim emr-i ilahinin dışına taştıkları için çok büyük musibetlere maruz kalarak keenlemyekün olmuşlardır.
İttifak ve birliktelik esasına bağlı kalındığı dönemlerde, cihan hakimiyetini kuran Müslümanlardır. Asırlar boyu güçlü ve esnek bir medeniyet idraki içinde, “ufukların efendisi” olan onlardır. Viyana'dan Çaldıran'a, Kırım'dan Hindistan'a kadar olan toprakları vatan yapan onlardır.
“Onlar ki Fatih idiler, onlar ki Yavuz idiler,
Tutup yıldırımı gökte, fırtınaya dur dediler,
Onlar; cihana sığmayan muhteşem Süleyman'dılar.
Küfrün kara zulmetinde meş'ale gibi yandılar.
Onlar ki, bora idiler, onlar ki buğra idiler,
Mührüydüler serhatlerin, göklere tuğra idiler.” (1)

Karadeniz'i, Akdeniz'i göl haline getiren, Cezayir'de, Tunus'ta, Fas'ta, İspanya'da görülen onlardı. Dünyada bir çok ilmin mucidi onlardı ve ilmi, Pirene eteklerinde uyuklayan Avrupalıya getiren onlardı. Zira, o dönemlerde Avrupa, medeniyet tarihi açısından dünyanın bir köşesinde, metruk durumdaydı. Nitekim, Cristopher Dawson Avrupa'nın oluşumunda İslamiyet'in çok büyük rolü olduğunu vurgulamıştı.

Dünyaya özgürlüğü, adaleti, şefkat ve merhameti aşılayan onlardı. Ezilenin yanına bir serçe gibi yaklaşan, zalimin tepesine bir kartal gibi inen onlardı. Başlarını havaya kaldırdıklarında küffar diyarlarının yöneticilerini tir tir titreten onlardı.
“Onlar ki: süruydular o küheylan atların,
Kaç kez geçip gittiler, üstünden sıratların...
Onlar ki; cihad üzre zulümü öldürdüler,
Ecelin can burcunda ölümü öldürdüler.
Onlar ki; kanat kanat bir ovaya indiler,
Tevhid ile yıkanıp, tekbir'i giyindiler.” (2)


Bu ruh ve iman asaleti içinde cihan devleti oldular. Asırlar boyu hükmeden oldular. Bayraklarının gölgesinde yaşayan milletlere huzur, selamet ve saadet getirdiler.

Mekke'den başlayan hicret, bilahare büyük bir medeniyetin doğmasına vesile oldu. Ovaları, yaylaları, çölleri doldurdu. “Onlar ki; sonsuz alemi kucaklayan fanustular / Kimi zaman Hacı Bayram, kimi zaman Yunus'tular.” Malazgirt'ten başlayan akın, Viyana kapılarında durduruldu. Karlofça anlaşmasından sonra da, Osmanlı medeniyetinin meşalesi sönmeye başladı. Savaş meydanlarında elde edilen başarılar, beceriksiz yöneticilerin elinde yeşil çuhalı masalarda çarçur edilerek, büyük bir medeniyet yok edildi. Böylece dünya hamisiz ve vasisiz kaldı.
Allah'ın ipi terk edilince, parçalanmalar meydana geldi. Ümmet fikri terk edilince, ulusçuluk düşüncesi Müslümanları birbirine düşürdü. Oysa, cihan devleti olmamızı sağlayan üst kimlik İslamiyet'ti. İnsanlar, İslam şemsiyesinin altına girdikten sonra cihana sığmaz oldular. İnsanlığa ışık oldular. Çünkü insana değer verdiler, önem verdiler. Şimdi o diyarlarda yaşayanlar ezan yerine bomba gürültüleri ile uyanmakta, toprakları da kan kokmaktadır.

İslam medeniyetinin yıkılışı ile mekanlar, işgal orduları ile talan edilmektedir. Bu orduların mensubu devletler, tarih içinde kurdukları teşkilatlarla güçlendiler, altın madenini ellerine geçirdiler. Şimdi de petrol için Müslümanları topluca öldürmekten, mabetlerini yıkmaktan, minarelerini devirmekten, tüm tarihi eserleri de yerle bir etmekten haz duymaktadırlar.
Teknolojik güce sahip olan ehl-i salibin bu taşkınlığına karşı koyabilmek, ancak ve ancak Müslüman ülkelerin birbirini istismar etmeden, sömürmeden bir araya gelip, diğerleri gibi teşkilatlanmalarından geçer. Daha önce Müslümanların kurdukları teşkilatları ihyadan, yenilerini kurmaktan geçer. İslam şemsiyesi altında, İslam birliğini oluşturmak için geçen zamana nispeten daha çok çalışmaktan geçer.

Müslüman ülkeler birbirleri ile savaş değil; Barış. Çatışma değil; Diyalog. Çifte standart değil; Adalet. Üstünlük değil; Eşitlik. Sömürü değil; İşbirliği. Baskı ve tahakküm değil; İnsan hakları, Hürriyet ve Demokrasi üzerinde bir anlayışla birleşmelidirler.

Müslüman ülkeler kendilerini korurken, Müslüman olmayan ülkelere karşı da adil davranmalı, hakka riayet esas alınarak tüm insanlığa kucak açılmalı, insanlar ve milletler horlanmadan, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmalıdırlar. Müslüman ülkeler buna mecburdurlar. Aksi halde yok olup, gitmeleri mukadderdir.

Birlikte hayır, ayrılışta şer vardır. Cümle Müslümanlar bunu gayet iyi bilmektedir. Müspet sonuç hayra yönelişle mümkün olur. Ama akıllıca ve temkinlice. Zalimlere iltifat etmeden saflaşmak, tehlike nüksetmeden teşkilatlanmak en uygun yoldur. Yeni oluşumlar da sırat-ı müstakimden geçer.

(1) (2) : Şiirler Sadettin KAPLAN'a aittir.