23 Mart 2009 Pazartesi

RAUF R. DENKTAŞ

27 Ocak 1924 tarihinde Kıbrıs'ın Baf bölgesinde doğdu. Hukuk eğitimi için İngiltere'ye gitti. Önce avukatlık, daha sonra savcılık yapmaya başladı. Faiz Kaymak'ın teklifi ve Dr. Fazıl Küçük'ün tasvibiyle Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu kongresinde başkanlığa seçildi. Arkadaşlarıyla 1958'de Türk Mukavemet Teşkilatı'nı kurdu. 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile, 1960 antlaşmaları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın hazırlanmasında emeği geçti. 13 Şubat 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilanından sonra devlet ve meclis başkanı görevlerini de yürüten sayın Denktaş, anayasa uyarınca 1976'da yapılan ilk genel seçimlerde devlet başkanlığına seçildi. O günden bugüne hep KKTC Cumhurbaşkanı seçilen Türk Dünyası'nın kahraman lideri sayın Denktaş'ın yayınlanmış bir çok eseri de vardır.

CUMHURBAŞKANI RAUF R. DENKTAŞ'IN“TÜRK-İSLAM BİRLİĞİ” ADLI DERGİYE YAPTIĞI DEĞERLENDİRME

Bilim Araştırma Vakfı tarafından yayınlanacak olan Türk-İslam Birliği adlı derginin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederken, bu vesile ile Ulusal Kıbrıs Davası üzerinde kısa bir değerlendirme yapıp, görüşlerimi paylaşmak isterim.
Bilindiği gibi, Kıbrıs sorunu Rum-Yunan cephesinin Kıbrıs Adası üzerindeki ENOSİS, yani Kıbrıs'ı Yunanistan'a birleştirme hayalleri nedeni ile baş göstermiştir. Ne yazık ki, bu ve buna benzer emperyalist ve hegemonyacı düşüncelerin, Hitler ve Mussolini dönemi ile tarihin çöplüğüne atıldığı sanılırken, Doğu Akdeniz'in bu şirin Ada'sında Rum ve Yunan cephesi aynı yayılmacı ve acımasız zihniyeti bir avuç Kıbrıs Türküne karşı uygulamaya kalkışmıştır. Bilinmektedir ki, bu zihniyet bir insanlık ayıbı ve insanlık suçudur. Bu zihniyet, yediden yetmişe herkesi, çocuk kadın demeden toplu mezarlara göndermeyi göze alan, topyekün bir halkı soykırımdan geçirmeyi planlayan bir zihniyettir. Faşist Almanya'da fırınlarda yakılan milyonlarca insanın kaderi, Kıbrıs'ta Muratağa, Sandallar ve Taşkent'te toplu mezarlara gönderilenlerin kaderi aynıdır.
İşte Kıbrıs'ta sürdürülmekte olan mücadele, böylesine vahşi ve insanlık dışı bir akıma karşı sürdürülmektedir. Birçok acılar çeken Kıbrıs Türkü, nihayet Anavatan Türkiye'nin 1974 Temmuzunda Ada'ya gelmesi ile özgürlüğüne kavuşmuş ve devlet oluşturma sürecine girilmiştir. Rumların tüm olumsuz tutumları karşısında kendi devletini kurmaktan başka seçeneği olmayan Kıbrıs Türk Halkı, 1983'de self determinasyon hakkına dayanarak bağımsızlığını ilan etmiştir. O günden günümüze Kıbrıs konusunun bir çözüme kavuşması için bir çok görüşmeler gerçekleşmiş, fakat her defasında Rum tarafı tarihsel duygu ve düşüncelerine yenik düşerek, Kıbrıs Türkleri ile siyasi eşit bir statüde bulunmayı reddetmiştir. Buna rağmen, dünyada “uzlaşıcı” taraf olarak kendini göstermesini bilen komşularımız, bu güçlerini ve marifetlerini 1960'da tek yanlı olarak işgal edip ellerinde bulundurdukları ve dünya tarafından tanınır durumda olan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti unvanından almıştır. Tüm bu olanlar karşısında, Kıbrıs Türkü ambargolar altında, dünyadan tecrit edilmiş bir vaziyette yaşamını idame ettirmesine karşın, Anavatanından aldığı güç ve destekle direnmeye ve dünyaya gerçekleri anlatmaya devam etmiştir.
Bu direniş ve Anavatan –Yavruvatan dayanışması Rumları yeni bir senaryo yazmaya itmiştir. Buna göre, Avrupa Birliği siyaseti ile bugüne kadar sürdürdükleri insanlık dışı ambargolar altında yok edemedikleri Kıbrıs Türkünü sahte Kıbrıs Cumhuriyeti içinde bir azınlık yapmayı ve Kıbrıs Adasının tümüne egemen olmayı hesap etmişlerdir. 24 Nisan 2003'te yapılan referandumlarda “Hayır” demelerinin nedeni, bu hesaplarının bir sonucudur. Çünkü, onların istedikleri, Kıbrıs Türkünü “Kıbrıs Cumhuriyeti” Devletinin bir vatandaşı olarak görmek ve bu vatandaşları kendi devlet çatıları altında azınlık yapmaktadır. Hayal budur ve bu hayal ezelden beri devam eden aynı hayaldir.
Bu gerçekler ışığında, Kıbrıs davasının neresinde olduğumuzu iyi hesap etmenin zamanıdır. Aksi takdirde, gerek Anavatana gerekse KKTC'ye yapılacak baskılara boğun eğip, tüm yukarıdaki gerçekleri görmezlikten gelirsek, iş işten çoktan geçmiş olacak ve bugüne kadar elde ettiğimiz tüm hakların da kıymeti kalmayacaktır.
Benim bildiğim ve üzerinde durduğum şey, egemenlik ve bağımsızlığın Türk insanının karakterini oluşturduğudur. Bu düşünceler bizlere Yüce Atatürk'ten mirastır. Kıbrıs Türkü, Atatürk'ün düşünceleri çerçevesinde kendi bağımsız cumhuriyetini oluşturmuş, hür ve egemen olarak yaşamaktadır. Elbette, Kıbrıs'ta her iki taraf arasındaki sorunlar giderilmeli ve çağımıza yaraşır bir çözüm bulunmalıdır. Üstünde durduğumuz çözüm, iki halkında kendi egemen devleti çerçevesinde, birbirlerine hükmedemeyecekleri ama barış ve mutluluk içerisinde yaşayabilecekleri bir çözümdür. Bu çözümü zorlamak ve bulmak zor değildir. Ama meseleye doğru teşhis konulmalı ve doğru çözüm üretilmelidir. Yüz yıllarca birbirleri ile savaşmış olan Avrupa devletlerinin bugün barış ve huzur içerisinde yaşıyor olmalarının tek nedeni, birbirlerinin egemenlik ve bağımsızlıklarına saygı göstermelerinden kaynaklamaktadır. Bu insanlık hakkı, Kıbrıs Türk Halkına da ana sütü kadar helal bir haktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, bir kez daha Türk-İslam Birliği Dergisine başarılar diler, saygılarımı sunarım.