7 Mart 2009 Cumartesi

Ömer BOLAT

Dr. MÜSİAD Genel Başkanı.1963 Yılında İstanbul’da doğdu. 1984 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini bitirdi. Yükseklisans eğitimini Amsterdam Üniversitesi Avrupa Enstitüsü’nde tamamladı, daha sonra Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Avrupa Topluluğu Enstitüsü’nde doktorasını yaptı.

İSLÂM DÜNYASINDA BİRLİK VE DAYANIŞMA

Günümüzde tarihin değişimi müthiş derecede hızlanmıştır. Son 15 yıl içerisinde sınırlar değişti, ülkeler parçalandı; buna karşılık ise, 30 kadar yeni devlet dünya sahnesine çıktı. Ortadoğu'da 1948'de İsrail devletinin kurdurulması ile başlayıp, bugüne kadar devam eden çatışma ve istikrarsızlık, Filistin'de yaşanan büyük insanlık dramı; petrol-gaz ve boru hattı savaşları; Irak'ta başlatılan ve neticesi meçhul olan kaotik durum, günümüzde bütün Türk ve İslâm coğrafyasını tehdit eden bir hâle gelmiştir.
“Yeni dünya düzeni” adı altında pazarlanan bu düzensiz ve kaotik ortamdan en fazla zarar gören kesim, İslâm dünyası ile Türk Cumhuriyetleri olmuştur.Filistin ve Bosna'da, Azerbaycan, Kosova ve Irak'ta, Somali ve Keşmir'de, Afganistan, Çeçenistan, Sudan, Tayland, Filipinler ve bazı Türk cumhuriyetlerinde gizli-açık sürekli Müslüman kanı akmaktadır. Yüzbinlerce Müslüman,
kuvvet dengesi bozuk, zulme varan acımasız çatışmalarda hayatını kaybederken; ne yazık ki, söz konusu ülkelerde ekonomik, sosyal ve siyasî yıkımlar yaşanmaktadır. Dünya ise, insanı utandıran, bu akıl almaz vahşeti sadece seyretmektedir.
Son yüzyılda, adı geçen ülkeler, küresel güçlerin egemenlik mücadele alanının hedef noktası olarak belirlenmiştir. Dün Batı dünyasının düşman tanımlaması komünizm ile mücadele esası üzerine kurulup, İslâm dünyasına müttefik rolü biçilmişken;b ugün İslâm toplumu ve medeniyeti hedef tahtasına konmuştur. Son birkaç yılda ise insanlık suçu olarak kınadığımız 11 Eylül saldırılarının ardındaki, kaynağı belirsiz bir terör hadisesinin, İslâm dünyasına eklenmeye çalışılması tehlikesiyle karşı karşıya gelinmiştir.
Terör, İslâm'ın hoşgörüsü, insanlık anlayışı ile asla bağdaşmayan, kabul edilemez bir olgudur. Teröristler masum insanları, kadın ve çocukları hedef alarak, İslâm dünyasına karşı bir medeniyetler çatışması başlatmak istiyor olabilir. İslâm dünyası bu art niyetli oyunu bozmalıdır.
Öte yandan, işgal altındaki ülkelerde, meşru zemindeki bağımsızlık ve hürriyet direnişleri, terör kavramı içerisinde gösterilerek, asılsız bir suçlama ile susturulmak, sindirilmek, lekelenmek isteniyor.
Batı patentli yapay terörizm kavramı, Türk ve İslâm coğrafyasındaki varoluş mücadelesini ve bağımsızlık yolundaki gelişmeleri püskürtüp, sindirmeye yönelik hareketlerdir.
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” düsturunu şiar edinen, âli medeniyetimizin, Batı kaynaklı fundamentalizm ve terörizm gibi kavramlarla hiçbir ilgisi yoktur. İslâm dünyası bütün olarak hegemonik güçlerin bu dayatmalarına karşı, ortak tavır içerisinde olmak durumundadır. Türk coğrafyası ile, Müslüman ülkelerin birliği, sahip oldukları ortak değerlerin şuuruna varmaları ile mümkündür. Çünkü, asla unutulmamalı ve gözardı edilmemeli ki, Türk ve İslâm dünyasının kaderi, tarih boyunca hep aynı olmuştur.
Tarihî ve sosyal bir realitedir ki, büyük ideallere ve özgür bir yapıya, ancak birlikte hareket eden topluluklar ulaşabilir. Bunun için İstiklâl Marşı Şairimiz merhum Mehmet Akif, “Yürekler toplu attıkça, top vursa sindiremez!” demiştir. Kültür ve medeniyet havzamızdaki, halkı Müslüman olan bütün ülkeler, önce sosyal ve siyasî dengeleri bozup, ardından sözde yeni dengeler kurmak için savaş başlatan art niyetli ülkelerin sinsî oyununa gelmemeli. Müslüman ülkeler kendi içlerinde, sağduyu ile hareket etmeli; müşterek değerler etrafında bütünleşerek, birlikte hareket etmek, ortak tavır belirlemek zorundadır.
Dünyada 1,3 milyar insan günde 2 dolarla geçiniyor, 700 milyon kişi günde 1 dolarla açlık sınırında yaşıyor. Halbuki gelişmiş ülkeler, bir ineğe günde 3 dolar sübvansiyon veriyorlar. Dünyada silahlanmaya yılda 950 milyar dolar harcama yapılırken, fakir ülkelere kalkınma yardımı olarak sadece 50-60 milyar dolarlık bir harcama yapılmaktadır. Yeryüzünde hakkaniyet ve eşitlik ölçüsü kalmamıştır. Böyle bir dünyada, İslâmî umdelere bağlı ülkeler, birbirlerine destek olmak zorundadır. Sosyal, psikolojik ve ekonomik yönden Müslüman birliği ve dayanışma kültürünü yeniden ihya etmek gerekir. Ülkemiz, son yıllarda ortaya çıkan ağır ekonomik krizlerin yıkıcı etkisini, bu dayanışma ruhuyla atlatabilmiştir.
Küresel kapitalizm her geçen gün büyüyerek güçlenmekte, çok uluslu şirketler ise ulus-devletlerin yerini almaktadır. Dünya, bugün gazino kapitalizmi ve finans terörizminin pençesi altındadır. Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelere 3 trilyon dolar borçludur. İçine düştüğümüz borçlanma kısır döngüsü ülkelerimizi içten kemirerek, kaynaklarımızı tüketmektedir. Küresel kapitalizm, bizlere sermayenin serbestleştirilmesini tavsiye ederek, yüksek faiz rantının önündeki engelleri açarken, güvenlik paranoyası ile öteki dünyanın vatandaşlarına fizikî dolaşım sınırlaması getirmektedir.


Müslümanlar, gazino kapitalizmi ve finans terörizmine karşı önlem almak istiyorlarsa, değişik alanlarda yaratılan fonları yine Müslümanların yararlanabilecekleri yeni yatırım planları ve organizasyonlar oluşturmalıdır.
Sosyal, psikolojik ve ekonomik işbirliği çalışmalarından önce, ciddi bir özeleştiri yapmak zorundayız. Günümüzde İslâm ülkelerinin % 85'inin kişi başına düşen millî geliri 2000 doların altındadır. Daha trajik olan gerçek ise, 57 İslâm ülkesinin toplam dış ticaretleri dünya ticaretinin sadece % 8'ini oluştururken, kendi aralarındaki ticaretin, toplam ticaretleri içindeki payının ancak % 13'ü buluyor olmasıdır. Birlik, sözle değil alış verişle olur. Birlik, güvenmek ve güven vermekle mümkündür.
Türk ve İslâm dünyası ülkeleri, dünyadaki hammadde rezervlerinin üçte ikisinden fazlasına sahip iken, ayrıca dünyanın en önemli su ve kara yolları geçiş noktaları üzerinde bulunurken, ne yazık ki, bu avantajlarını gereğince değerlendirememektedir. İslâm dünyasında bugün karşı karşıya olduğumuz sıkıntıların esas kaynağı; siyasî ve ekonomik durgunluk, gerekli reformları yapamamak ve teknolojik gerilemedir. Bu nedenle, İslâm birliği; bilgi paylaşımı, reformlara yönelme ve teknoloji üretme konusunda ortak bir şuur geliştirme çabası olarak görülmelidir.
Türk-İslam dünyasını oluşturan ülkeler, Avrupa Birliği tecrübesi ışığında, mal ve hizmetlerin karşılıklı ticareti ve dolaşımı önündeki gümrük vergisi-kota vb. engelleri, banka işlemleri ve akreditif teyidi alanındaki finans engellerini ve kara-deniz-demir ve hava ulaşımı alanındaki ulaştırma engellerini mutlaka bertaraf etmelidirler. Ayrıca genelde birbirlerinin vatandaşlarına uyguladıkları vize uygulaması ile insanların dolaşımı da kısıtlanmaktadır. Vize uygulaması öncelikle azami ölçüde kolaylaştırılmalı ve kaldırılması hedeflendirilmelidir. Ticaretin artması ve ekonomik bütünleşmenin ilerletilmesi için insanlar, mallar, finans ve ulaştırma alanında şu andaki mevcut engellerin kaldırılması sağlanmalıdır.
Çözüm ve çıkış, medeniyet projemize sahip çıkmada, iddiamızı devam ettirmededir. Birlik ve beraberlik, medeniyet projemizin içini bağlı olduğumuz kıymetlerle doldurmaya bağlı. Hiçbir mazeret başarısızlığı örtemez ve başarının yerini tutamaz. Tarihe iz bırakmak, gelecek nesillere üstün bir medeniyeti miras bırakmak istiyorsak, birleşmeli, üretmeli ve satmalıyız. Eskiden hammadde kaynaklarına ve sermaye birikimine sahip olan ülkeler güçlü idi; şimdi bilgiye sahip olan ve onu kontrol eden ülkeler güçlü. O halde, biz de bilginin değerini inancımızın yüceliği ile buluşturup, geliştirmeli ve dünya ekonomisinde hak ettiğimiz yeri almalıyız. Dünyadaki rekabet yarışında; iyi organize olarak ve kendimizi sürekli yenileyerek üst sıralara çıkabiliriz. Müslümanlar kendilerine olan özgüvenlerini geliştirdikleri, güçlerini artırdıkları, yaratıcılıklarını ortaya koydukları ve ekonomik değer oluşturma becerisini gerçekleştirdikleri ölçüde, arzu edilen birlik ortaya çıkacaktır. Tarihten gelen mesaj da bunu söylemektedir: “Birlikten kuvvet doğar!”