7 Mart 2009 Cumartesi

Mustafa KAPLAN

1947 yılında Merzifon’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümünden mezun oldu. Halen Vakit Gazetesi yazarıdır.



HERKES BİRLİĞE MUHTAÇ

İnsanlar alemde hayal ettikleri müddetçe yaşarlar. Bütün realitelerin zuhuru öncesinde evvela o tasavvurların beyin kıvrımlarında şekillenmesi gerekir. Günümüzde, globalleşme ve küreselleşme hikayeleriyle insanların beyinlerini yıkarken aynı zamanda üçüncü dünya ülkelerinin ve bilhassa halkı Müslüman olan ülkelerin zenginlik kaynaklarına konmakta yarışan, üstelikte bu yarışı her türlü insani değerlerden uzak tecavüz sahneleriyle gerçekleştiren zalimlere karşı elbette ciddi bir “birlik olma” mecburiyeti vicdanlarda uyanmaya başlamıştır. Bu uyanışı, elbette o uyanan “birlik” hissiyatının gerçekleşeceğine dair bir işaret olarak görmenin yadırganmaması gerekir.
Ecdadımız bu mefhumu “ittihad” kelimesiyle ifade etmişlerdir. İslam coğrafyası ne zaman bu “ittihad” zinciriyle kenetlenmişse kendi içlerindeki dindaşlarına sağladıkları refah ve huzur nisbetinde, bu saadet havasını göle atılan taşların suda çizdiği halkalar gibi çevrelerine de sirayet ettirmişlerdir. Ne zaman o birlik bozulmuş, zincirin halkaları birbirlerine düşmüşlerse; hem kendi içlerinde huzur kaybolmuş, hem de çevrelerine aynı hal bulaşmıştır. Yakın bir misal için, Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte, aynı harita üzerinde bugün yaşayan irili ufaklı devlet ve milletlerin uğradığı sıkıntılara bakmak yeter sanırım. İmamesiz tesbih taneleri fonksiyonlarını yitirmektedirler.
Bilhassa ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyada son on sene içerisinde yaşanan acı hadiseleri ciddi tahlil edersek, özlenen “birlik” realitesinin olmayışının ilk temel sebep olarak görmekte zorlanmayız. Doğu Türkistan'dan Bosna-Hersek'e uzanan zulüm ve felaketlere yol açmakta beis görmeyenler dahi o otorite boşluğundan istifade ettiklerini iyi bilmektedirler. O zaman, madem hastalık “birlikten kopma”da ve tedavisi de “birlik olma”dadır; akıl için yol tek değil midir?. “Gelin canlar bir olalım” feryadını bir grubun, bir azınlık kliğinin sloganı olmaktan kurtarma zamanı gelmemiş midir?
Madem “birlik” hissi vicdanlarda uyanmaya başlamıştır, o halde bu hissi kuvveden fiile çıkarıcı hamlelerin yapılması kaçınılmaz olacaktır. Bu hamleler ise ya bu problemi yaşayan ülkelerin siyasi organizasyonları eliyle gerçekleşecektir, ya da onlara rağmen tabandan gelen aksiyonla hayata geçirilecektir. Zira, soğuğun şiddeti ne kadar artarsa, demirin içindeki su damlacıklarının o madeni parçalamasının önü o kadar kolay açılır.
Hamle eğer üst organizasyonlardan gelirse, tabanda oluşan birlik damlalarının entegre şansı kolaylaşır. Yeter ki, o teşekkülün ruhu bozuk olmasın “manevi dinamiği” istikametli olsun. Eğer hamle tabandan beklenirse, elbette gerçekleşme zaman olarak uzayabilir; lakin canlı organizmalar illa nehrin yatak akışı içinde beynini bulur. Göçlerin yollarda düzülmesi de şaşılacak bir realite sayılmaz.
Eninde sonunda bu birliğin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Materyalist düşüncenin, seküler kafa yapısının açtığı sosyal yaralara küremizin daha fazla tahammül edebilmesi aklen mümkün gözükmemektedir. Ya dünyayı vahşetle monopole alan anlayışa teslim olunarak insanlığın bitişine seyirci kalınacak, ya da faturası ne kadar yüksek olursa olsun “birlik” potasında erime zahmeti tercih edilecektir.
Bendeniz ikincisinin gerçekleşeceğine inananlardanım. Tarık bin Ziyad, Kılıçarslan, Alparslan, Salahaddin i Eyyubi; Celaleddin-i Harzemşah, Gazneli Mahmud, Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet Han yetiştiren toprakların kuruyup çoraklaştığına beni kimse inandıramaz. Dış dünyanın yaldızlanmış propagandalarına azıcık gözlerimizi kapayarak kalbimizin sesini dinlesek, geleceğin ayak sesleriyle içimize huzur damladığını göreceğiz…