7 Mart 2009 Cumartesi

Nevzat BAYHAN

1961 yılında Adıyaman’da doğdu. ABD’de doktora yapan Beyhan, “Tarih Boyunca İlim ve Din”, “Deprem Rehberi”, “Uyuşturucuda Harlem Modeli”, “Bir Gazetecinin Hac Defteri” adlı eserlerin sahibidir.

EMPATİ VE TEFANİ

Sen, ben desin efrat, aradan vahdeti kaldır.Milletler için, işte kıyamet o zamandır


M.AKİF ERSOY

Birlik, birden fazla birin bir araya gelmesiyle oluşan biyopsikososyal bir varlıktır. Bir araya gelmesi devam etmesine kıyasla oldukça zor olan bu varlık, günümüze gelinceye kadar sayı olarak büyüdükçe büyüdü ancak çoğalmadı. Her seferinde güzel duygu ve iyi niyetlerle hayata geçirilen birlik ve birliktelikler, kısa bir sürede yaşamını noktalamak zorunda kaldı. O kadar ki; Kurulan birliklerin sayısını matematikteki sonsuz işareti ile ancak ifade edebilir olduk, çünkü sayının büyüklüğü karşısında, rakamlar onu ifadede aciz kaldı.. Tarih çöplüğünü dolduran devasa miktardaki birliklerin tekrar birlere ve daha sonra sıfırlara dönüşmesinin altında acaba hangi sebepler-saikler bulunmaktadır. İşte araştırılması gereken en önemli husus bu olsa gerek.
Evvela hali hazırda devam eden global birliklere, birlikteliklere bir gözatarak yola koyulalım; Daha ilk adımda bir araya gelerek Birleşik Devletler kuranlar, Birlik olarak karşımıza çıkan devletler, asırlara damgasını vurmuş dev şirketler Müslüman olmayan coğrafyalarda arz-ı endam ediyor.
Diğer adımda Yüce Yaratıcımızın;

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın.. (Al-i İmran, 103,), “Ey iman edenler! Allah ve Resulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; Sonra korkuya kapılırsınız, kuvvetiniz / devletiniz gider. (Enfal, 46).”diye emrettiği, Kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, alemlere rahmet olarak gönderilen Efendilerinin “Birlik rahmettir, ayrılık azaptır”, “Müslümanların birbirlerine karşı durumları yekpare bir binayı meydana getiren, perçinlenmiş kayaların birbirlerine karşı durumları gibidir,” “sizden biriniz, kendisi için sevip istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz” “iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olamazsınız, “Bölücülük yapan bizden değildir,”, “Kim ayırımcılık yaparsa, cehenneme gitmek üzere ayrılmış olur:” buyurduğu.

Manevi dinamiklerinin sürekli birlik, kardeşlik, fedakârlık ve sevgiden bahsettikleri bu dinin mensuplarının ise bölündükçe bölündüğünü, coğrafyalarının küçücük yamalardan oluşmuş bohçaya döndüğünü, bırakın güçlü devletler, elle tutulabilir ortaklıklar bile oluşturamadıklarını hayretler, hüzünler ve dehşetler içinde görüyoruz.

Oysa tarih sayfalarını çevirdiğimizde, birlik ve beraberliğini sağlayan ve devam ettiren milletler veya toplumlar; sosyoekonomik ve kültürel olarak yücelmiş ve yükselmişlerdir. Bu sırrı anlayamayan veya uygulayamayanlar ise torunlarına utanılacak bir miras bırakarak insana yaraşmayan kötü bir sonla tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir.

Bir tarafta Müslümanların ‘benmerkezci' ve ‘nemelazımcı' anlayışlarıyla toplumlar küçülüp güdükleşirken, diğer tarafta sözkonusu toplumlardaki yeraltı ve yerüstündeki bazı zenginlikler, sömürge hastalığına tutulmuş, akbaba karakterli, devletlerin sürekli iştahlarını kabartmıştır. Şu andaki coğrafyamızın yamalı bohçaya dönüşmesinin altında işte bu ve benzeri sebepler bulunuyor.
Yine bu vurdumduymazlık ve yerli-yabancı mihrakların doymaz iştahı sonucu, Devlet-i Ebedmüddet yıkılmış, yerine onlarca devletçik kurulmuş, önce Hindistan, sonra Pakistan bölünmüş, onbeşe yakın Türk Cumhuriyeti işgal edilmiş.
İran-Irak'la, Irak'ın Kuveyt'le, Pakistan-Bangladeş'le yıllarca savaşmış, Afganistan'da, Yemen'de, Lübnan'da, Irak'ta, Sudan, Somali, Cezayir başta olmak üzere İslam ülkeleri içsavaş ve karışıklıklardan kurtulamamıştır...
Peki oynanan bütün bu oyun ve zaafları; dünyaya adaleti, barışı sağlamak için varolması gereken İslam Dünyası bilmiyor mu? Biliyorsa bu sürüngenliği nasıl kabul edebiliyorlar? Lider olup yol göstermesi, lokomotif olup çekmesi, icraatları ile gıpta edilen olması gerekenler neden vagon, tebaa ve sefil bir rolü üstleniyorlar? Bu sorulara verilecek cevaplar oldukça uzun ve çeşitli ancak mana olarak aynı çözüm yollarını içerir.
Acizane kanaatimi Empati ve tefaninin unutulması şeklinde ifade etmek istiyorum; Bütün bu olup bitenlerin arkasında Müslümanların bu iki kelimeyi manasına uygun olarak yaşamaması, uygulama alanına koymaması veya koyamaması.
İnsanımız gerek devlet, gerek toplum, gerek cemiyet, gerekse de fert bazında yapacağı her harekette kendisini karşısındakinin yerine koymalı, sadece bununla da kalmayarak kardeşi, ortağı veya diğeri için canını dahi feda edecek kadar sevmelidir. İşte bütün sırlar, anahtar bu iki kelimede gizli.
Şu anda dünyamız fakir, bu çağda coğrafyamız geri kalmış, günümüzde atmosferimiz ayrılık dalgaları ile çalkalanmakta. Birbirimiz için yaşayarak eğitim ve kültürde başlatacağımız bir seferberlikle dünyamızı eğitilmiş insanların süslediği bir bahçeye çevirebiliriz. Herkes karşısındakinin açısından kendisine bakarak, onu kendine tercih ederek, yeteneği, enerjiyi, zenginliği birikimi bir araya getirerek birliği oluşturur ve bu birliğin devam etmesini sağlayabilir.
Kısaca Makyavelist bir anlayış girdabına sürüklenerek, egoist bir atmosferde yetişmek zorunda bırakılan insanımızın, başkalarını kendilerine tercih ederek, başkaları için yaşayacak şuurda yetişmeleri; ailelerin, toplumun, ortaklıkların, birliklerin, devletlerin daha sağlam ve uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır. Bu zannedildiği kadar zor da olmayacaktır. Yeter ki kalpten gönülden isteyelim, gerisi O'nun işi...